Matematiksel olarak bir formül arayışı içinde değiliz elbette. İnsanlar arasında ilk günden bugüne insandan insana değişen ırk, sınıf, din, soy, siyasi tavır ve benzeri terazisi olmayan pek çok tanıma, pek çok ayrışma ve çatışma gerekçesine bir yenisini eklemek çabasında da değiliz.
Kendi içimizde şimdiye kadar yaşadığımız var olan bir çatışmanın analiz çabasıdır sadece yazmaya çalıştıklarımız.
Artan toplumsal yaşam, kendini korumak ve devamlılığını sürdürmek için düzene ihtiyaç duyar. Bu düzen dediğimiz, herkesin uymak zorunda olduğu kurallar yüzünden kafamızdaki özgür, doğal ve ilkel yaşamı sürdürme imkânımızı kısıtlanır, bazılarına göre de yok eder. Zamanla kafamızdaki yaşam ile gerçek yaşam arasında farkların oluşmasına neden olur.
Artık toplumsal kabuller, toplumsal yaptırımlar vardır. Bu kurallar ve yaptırımlara zaman, zaman katılmasak bile birlikte yaşamın bir sonucu olarak uymak zorunda kalırız. Özgürlüğünüz bile sizinle değil başkalarının özgürlükleri ile tanımlanmaya başlar. Aklımızdaki yaşam ile gerçek hayattaki yaşam ciddi olarak farklılaşmaya başlamıştır. Katlanmalar artmış, hoşgörü ve empati kavramları bir zorunluluk olarak yaşamımıza dibine kadar girmiştir. Yalnızlaşmaya başladığımız bu anlarda kendimiz gibi düşünenleri, aklımızdakileri rahatça konuşabileceğimiz, paylaşabileceğimiz birilerini aramaya başlarız. Bu ilkel yaşama, ilkel yaşamın sadeliğine özlemdir aslında. Yıldızlara da ulaşamazsınız ama gitmeyi düşlersiniz geceleri gökyüzüne bakarken. Benzer düşüncede olan insanların bir arada olmaları insanların kendilerine ve yaşama karşı güvenlerini arttırır. Kafamızdaki yaşam ile yaşantımız arasındaki farkı azalma içgüdüsü sonucu ortak düşünceye sahip olduklarımız ile birlikte olmaya ve birlikte hareket etmeye çalışırız.
Bizim gibi düşünenlerle birlikte olmak; bu dünyada yalnız olmadığımızı bile bize hissettirmesi açısından bizim için son derece önemlidir. Beraberken herkesin bizim gibi düşündüğüne bile inandırabiliriz kendimizi zaman, zaman.
Bu ortak tavır, birlikte zaman geçirme nedenimiz;
Bazen tenimizin rengi
Bazen siyasi tavrımız,
Bazen yaşam stilimiz,
Bazen dinimiz,
Bazen soyumuz,
Bazen takımımız,
Bazen şirketimiz ve buna benzer ortak paranteze alınabilecek herhangi bir şey olabilir.
Bu ortak lisan oluşturma çabaları ve tüm dünyayı bu ortak parantezin içinde sanmak insanlardaki demokratik olma ihtiyacını da yok eder. Bu ortak parantezin içinde yaşananlar ve birlikte paylaşılanlar hedef olarak herkesi bu ortak paranteze sokmak olursa, toplumsal yaşam için tehlikeli bir birliktelikten bahsediyoruzdur. Aklımızdan geçenler ile toplumsal zorunluluklar nedeniyle gerçek yaşamda yapamadıklarımızı yapmaya başlama noktasıdır bu nokta.
Amacımız bu farklılıklarımızı bu tür noktalara, birlikteliklere taşımadan ortak doku içinde yaşamayı becerebilmek olmalıdır. Aklımızdan geçenler ile yaşam içindeki tavırlarımızın farklılığını azaltarak toplumsallaşmak, demokratikleşmek, farklılıkları ise doğal ve birlikte yaşamın bir gereği olarak kabullenebilmektir.
Toplumsal yaşamın ve birlikte olmanın tüm gereklerini yerine getirirken, bunu bir yaşam tarzı olarak, toplusal yaşamın gerekleri ile barışık olarak mı yapıyoruz, yoksa bu davranış ve düşünceler bize hiç uymadığı halde toplumsal yaşamın zorunluluklarını mı yerine getiriyoruz. Bu ikisi arasındaki farkın azalması medeniyeti ve ilkel insanın huzurunu bize sağlar, artması ise uzaklaştırır.
Bir şeker hastasının şeker ile ilişkisi genel olarak aşağıdaki farklılıkları gösterir.
1-Yaşamlarından şekeri atıp, onu özleyerek yaşamak ve ara sıra – kimse görmeden- kaçamaklar yapıp kuralları çiğneyerek ve bunu kimseye belli etmemeye çalışarak yaşamak,
2-Yaşamlarından şekeri atıp, onun yerine başka şeyler koyarak yaşamını tatlandırmak. Şekeri bilinen hastalık nedeni olan tadı yerine onu yaşamın gerçek tadı olarak tanımlamak. Özleyerek ve bir gün yemeyi planlayarak değil, yaşamını onsuz tatlandırarak ve bunu yaşamın kendisi kabul ederek yaşamak. Bu tür yaşamın içinde hasret ve özlem insanın içini kemirmez, iç çelişkiler yaşanmaz ve utanılmaz düşünülenlerden.
3-Veya ret etmek hastalığı. Protest yaşamı tercih etmek. Bu cesaret işidir. Bu tür yaşabilenler ve aklındaki yaşamı her şeyi ile gerçek yaşama dahil edenleri cesaretlerinden ve sıra dışılıklarından dolayı kutluyorum. Bu tür insanlar toplumsal yaşam içinde ya yok olurlar yada altını üstüne getirirler. Onlar özel insanlardır ve her biri bir şekilde liderdir yaşadıkları toplumda.
Son iki alternatifte bir dürüstlük var, tutarlılık var, olduğun gibi görünmek var. Birisinde yaşamın doğal, herkes tarafından bilinen apaçık ve toplumsal yaşamı zedelemeyen bir tavır diğerinde kural dışılık var, protest yaşam ve anarşizim var. Arasındaki fark malum!
İlk tavırda ise biz, yani büyük çoğunluk var. Düşündükleri ile yaşadıkları arasındaki farkı bir ömür boyu içlerinde taşıyanlar var. Bizi geren, strese sokan yapamamanın, hatta bunu söyleyememenin ikiyüzlülüğü var. Kimsenin görmediği bir anda bu kuralı çiğneme potansiyeli var. Tahriklere açık bir taraf var. Bu farkın büyüdüğü ve derinleştiği toplumların kırılma noktasını oluşturacak kadar tehlikeli bir toplumsal histerinin alt yapısı bile olabilir.
Yaşamımızda biz de buna yakın üç tür davranış sergileriz.
Yapabildiklerimizin aklımızdan geçenlere oranı; işte insanlığımızın oranı budur.
Bu oranı biz bilebiliriz ve ancak biz hesaplayabiliriz. Bu oran bizi tanıyanları şaşırtacak kadar küçük olmamalı. İçimizde yaşadıklarımız ile gerçek hayattaki biz arasındaki farklılık çevremizde bizi tanıyanları yanıltmamalı. Kendimizi ehlileştirerek kontrol altında tutabiliriz ve aradaki farkı azaltabiliriz.
Bu haftalıkta bu kadar haftaya görüşmek üzere efendim. 30.4.2007
0 yorum:
Yorum Gönder