GÜÇSÜZLÜK,

Eski ve bildik bir hikâye ile başlayalım bugün;
Bir laboratuarda deney yapılıyor. İçinde bir büyük ve çokça küçük balığın olduğu kocaman bir akvaryum konuyor. Haliyle, büyük olan acıktıkça küçükleri yiyor...
Daha sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor böylece akvaryum ikiye ayrılıyor. Büyük balık bir tarafa küçük balıklar da diğer tarafa yerleştiriliyor. Büyük balık cam bölmeyi geçmek ve küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapıyor. Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor.
Deneyin sonunda cam bölme kaldırılıyor. O da ne!!! Büyük balık küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmıyor. Saatler geçtiği halde onları yemediği görülüyor. Buna psikolojide "Öğrenilmiş Güçsüzlük" deniyor.
İstatistiklere göre bir çocuk ergenlik yaşına gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasının, "yapma; elleme, dokunma," gibi sözlerini duyuyormuş. Böyle olunca da çocukta büyüyünce "yapamama", "edememe" özellikleri gelişiyor ve özgüvenini yitiriyormuş.
Bizler de yapamayacağımızı, beceremeyeceğimizi, dökeceğimizi, düşeceğimizi, unutacağımızı öğrenerek büyüdük.
Bizler de yapamayacağını, beceremeyeceğini, dökeceğini, düşeceğini, unutacağını öğreterek büyütüyoruz çocuklarımızı.
Dayanamıyoruz elbisesini çıkartırken zorlanan kızımıza ve bir ucundan tutuyoruz yardımımız olsun diye, aslında güçsüzlüğü öğretimizi bilmeden,
Döker diye eline verip taşıtamıyoruz bir bardak suyu, aslında güçsüzlüğü öğretiyoruz bilmeden,
Kapının önünde oğlumuzun kendi kendine montunu giyerken debelenmesine, ayakkabı giyerken çabalamasına tahammül edemiyor giydiriveriyoruz söylenerek, aslında güçsüzlüğü öğretiyoruz bilmeden.
Hepimiz buna benzer pek çok olay yaşamıyor muyuz?
Çocuklarımızın oyunların içine gizledikleri öğrenme zamanlarına sadece kendi işlerimiz nedeniyle tecavüz etmiyor muyuz?
Becerebilmeyi öğrendikleri kısacık oyun zamanlarına tahammül edemeyip güçsüzleştirdiğimiz çocuklarımızın özde güçsüzlüğü bizleri sonsuza kadar üzmeyecek mi?
Bencilce sadece o anı kurtarmak için kullandığımız oyun zamanları ile bir nesli kaybettiğimizi bilmemek; asıl güçsüzlüğümüz burada değil mi?

Yaşamın kendisini öğretemeden,
Yaşamın içindeki kendi başına becerebilmenin onurunu yaşatmadan,
Koruduğumuzu sanarak savunmasız bir şekilde bırakıyoruz evlatlarımızı kocaman bir dünyanın ortasına.
Güçsüzlüğü bir önceki nesilden daha etkin öğrenmiş, beceriyi kazanmak sanan bir eğitimin içinde buluyor kendini.
Yaşamının tümünde özgüvenli, güçlü olmak yerine başarılı olmayı ve eksikliğini bildiği güçsüzlüğünü kapatacak birini bularak bir takım olmayı beklediği iş ve sosyal hayat içinde sürdürüyor yaşamını.
Ve;
Kendi güçsüzlüğünden kaynaklı değiştiremiyor inandıklarını,
Kendi güçsüzlüğünden kaynaklı değiştiremiyor peşinden gittiklerini,
Kendi güçsüzlüğünden kaynaklı değiştiremiyor alıştıklarını,
Kendi güçsüzlüğünden kaynaklı paylaşamıyor yanlışları sahipleriyle,
Kendi güçsüzlüğünden kaynaklı sadece kazanmayı seviyor sadece,
Kendi güçsüzlüğünden kaynaklı iç dünyamızı kapatıyoruz, kapanıyoruz,
Ve Sonunda Hepimiz;
Öğrendiğimiz güçsüzlüğü devam edersek öğretmeye,
Toplumsal güçsüzlüğümüzü kader gibi virüs gibi taşırsak sonsuza.
İşte o zaman, değişemez liderler,
İşte o zaman değişemez başkanlar,
İşte o zaman değişemez saltanatlar,
İşte o zaman değişemez yaşamlar,
İşte o zaman değişemez yarınlar
Yaşamınızın içindeki öğrendiğimiz bir güçsüzlüğü yenmeye çalışalım,
Biz bilmesekte,
Biz görmesekte,
Biz yaşamasakta
Bu yendiğimiz güçsüzlüklerimiz toplanır yarına bir miras olur.
Haftaya görüşmek dileğiyle.(29.4.2010)

0 yorum:

Blogger Template by Blogcrowds