
Geçenlerde bir belgesel izledim. Modern insanın ilkel/içgüdüsel davranışlara geri gidişinin hikâyesiydi. Sanırım açık denizde kaybolan bir gemide yaşanan gerçek bir hikaye. Yiyecekleri tükenince ölen arkadaşlarını yiyerek yaşamaya çalışan gemicilerin, modern yamyamlık hikayesi. İnsanların bu ilkelliğe geri dönüş serüveninin aşamalarını uzmanlar şöyle tanımlıyor;
İnsan vücudu açlıkla karşılaşınca beynimiz tarafından daha önceden tanımlanmış olan “acil eylem planı” aşama, aşama devreye alınıyor. Yaşama devam etmek için gerekli olan enerjinin sağlanması amacıyla önce vücutta bulunan şeker ve böyle durumlar için depolanan yağlar kullanılmaya başlanıyor. Şeker ve yağ stokları bitince, gerekli besinler ile takviye alamaz ise vücudumuz için gerekli enerjinin sağlanması için beynimiz proteinlerin kullanılmasına müsaade ediyor. Bunun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu anlatmak için uzmanlar şöyle örnek veriyorlar. Vücuttaki proteinleri yakmak, ısınmak için kendi evinizi yakmak gibidir. Bu dönem içinde de vücudumuzun normal çalışması için gerekli enerjiyi sağlayacak besinler alınamaz ise beynimiz üçüncü aşama önlemleri devreye alıyor. Bu döneme tasarruf dönemi de diyebiliriz. Azalan enerjiyi daha uzun süre ve ekonomik kullanabilmek amacıyla beyin, kalp ve akciğer dışındaki organların çalışmalarına beyin tarafından ara veriliyor. Enerjimiz tükenmeye ve yaşamımızı devam ettirecek enerjiyi hala bulunamamış ise dördündü ve son aşama devreye giriyor. İşte bu dönem ilkelliğin ta kendisi. Artık vücudumuz beynimizin aldığı önlemlerin sonunun geldiğini bilmektedir. Bedenimizin inisiyatifi alma zamanı gelmiştir. Bedenimiz beynimizin gelişmiş kısmına “sen biraz devreden çık ve ben senin onaylamakta zorluk çekeceğin şeyler de dâhil olmak üzere yaşamımı sürdürmek için yapmam gerekenleri yapayım. Sen bunlara ortak olma. Yaşamda kalmayı becerirsem, normale dönersem seni çağırırım “der ve beynimizin ilkel duygular dışındaki bölümlerini yani beynin kabuğunu devreden çıkarır. Beyin kabuğu yönetimden çekilince, yaşamın devamı için yapılacak her şeyi sorgulamadan yerine getirebilecek ve bu şekilde bedenimizi yönetecek bir ilkel beyin devrededir. Bu son dönemdir. İlkel duygular ve içgüdülerin devrede olduğu, her şeyin sorgulanmadan tek bir amaç için –yaşamak için- yapılabildiği bir dönem bu dönem.
Bu ilkel duyguları bedenimizin zorunlu ihtiyaçları olarak tanımlarsak yanlış olmaz sanıyorum. Çünkü hayatta kalmak ve neslinin devamını sağlamak için mücadele eden bedenimizdir. Biz bedenimizin devamlılığını sağlıyoruz. Aslında biz bedenimizin devamlılığını sağlıyoruz diyerek bu dönemi sanki yönetiyoruz demeye getiriyoruz. Ancak bu dönemi biz yönetmiyoruz. Bedenimiz ve ona itaat eden bir ilkel beyin ile yaşam ve neslimizin devamlılığını sağlamanın dışında bir şey yapmıyoruz.
İnsanlığımızın bu son noktası,
ilkellik,
içgüdüsel davranışlar
ve hayvanlarla eşitlendiğimiz nokta olarak tanımlanıyor.
Bu ilkel ve içgüdüsel davranışlar bizim özümüzdür,
Bu ilkel ve içgüdüsel davranışlar bizi korur,
Bu ilkel ve içgüdüsel davranışlar bizim için otomatik devreye girer,
Bu ilkel ve içgüdüsel davranışlar her kesin kendisine özeldir, genelleştirilemez,
Bu ilkel ve içgüdüsel davranışlardan dolayı kimse sorgulanamaz,
Bu ilkel ve içgüdüsel davranışlardan dolayı üçüncü kişilere yorum hakkı doğmaz.
Modernlik ve teknolojinin içinde olmadığı,
İlkel, hatta evrimini tanımlamamış insandan bugüne hiç değişmeden bizlere kadar ulaşan asıl miras bu içgüdüsel davranışlardır. Şimdinin modernliği içinde aşağılayıp yok saydığımız bu ilkellik ve hayvanlarla eşdeğer olmamız bizi biraz utandırsa da ,varlığımızı devam ettirmemizi bu atalarımızdan kalan en eski mirasa borçluyuz.
Bence ilkel davranışlar ve içgüdüsel davranışlar içinde insanlarla hayvanlar arasında bir fark var yinede. Beslenme, barınma, üreme hayvanlarla insanların ortak temel içgüdüleri.
Bu ilkel ya da içgüdüsel davranışların içinde biri daha var ki bu bizim ilkelliğimizi hayvanlardan ayırmakta. Bu da aşk. İlk insandan hatta evrimi tamamlamamış insandan bizlere kalan genetik miraslardan biri de aşk.
İster ilkel insan olsun ister modern insan olsun aşk karşısında
aynı tepkileri gösteriyor,
aynı davranışları sergiliyor,
aynı cesareti hissediyor,
aynı körlüğü yaşıyor
ve bunu sorgulatmıyor topluma.
Bu kadın programlarındaki, gazetelerdeki, magazin programlarındaki yurdum insanının yaşadıkları aşklar,
En zengininden, en fakirine veya sosyal statüsüne bakmadan yaşanan aşklar,
İlk insandan bugüne her şeye rağmen yaşanan cesaretli aşklar,
Bu bilinenlerin dışında bilinmeyen sadece yaşanan aşkları hep tanımlamakta güçlük çektim. Mantık ve toplumsal tanımlamalarla örtüşmese de yaşanmış, yaşanmakta ve yaşanacak tüm bu aşkları ancak bu şekilde tanımlayarak kendimi rahatlattım.
Ve artık ben bunları sorgulamıyorum.
Aşkın birbirini bulan iki kişinin atalarından kalan en özel mirası diye düşünüyorum,
Ve aşkı insanlara özgü ilkel ve içgüdüsel bir davranış olarak tanımlıyorum. Çünkü içgüdüsel ve ilkel davranışlar çevresel, ahlaki ve benzeri hiçbir toplumsal tepki ile iletişime girmez.
Bu haftalık ta bu kadar efendim haftaya görüşmek üzere.
08.10.2006
Deneyimleyen dedi ki...
Video link atabilirmisiniz teşekkürler emeğiniz için güzel olmuş
2 Kasım 2017 08:19