Çok acil bir işiniz var ve trafikte iseniz,
Yana kırmızı ışık ne kadar uzun süre yanar,
Işık yeşile dönünce öndeki aracın vitese takıp aracı hızlandırması bile sizi sinirlendirmeye yeter.
Ortalama hızın çok üzerinde hız yaptığınızı unutup önünüzdeki aracın ne kadar yavaş gittiğinden şikayet eder belki öndeki araca el kol ile önü boşken neden yavaş gittiğini nazikçe sorgularsınız.
Ve zaman ne kadar hızlı ilerler!!!
Ya tersi olursa;
Gideceğiniz yere çok erken yola çıkmışsanız ve yolda oyalanmaya çalışıyorsanız ne tesadüf ki hiç kırmızı ışığa rastlamazsınız.
Hatta ilerlerken ışık kırmızıya dönecek ise yavaşlayıp kırmızıya dönmesini zamanlamaya çalışıp arkadaki araç korna ile iyi niyetlerini sunar size.
Normal seyir hızında seyretmeyi ve bildiğiniz tüm trafik kurallarını zaman geçirmek için kullandığınız halde etrafın tepkilerine şaşırır hatta trafiğin bunlar yüzünden karmaşaya döndüğünü iddia edersiniz yanınızdakilere.
Ve zaman ne kadar yavaş ilerlemektedir!!!
Bir nefes alıp tutarsanız bir dakikanın ne kadar uzun olduğunu fark edersiniz,
Sevdiğiniz ile geçirdiğiniz bir akşam yemeğindeki saatleri ile fark edemezsiniz nasıl ilerler.
Aslında zaman ölçen alet olan saat her ortama göre ölçmez zamanı.
Hep aynı zamanı ölçer.
Biz farklı algılarız zamanı, izafidir aynı zamanın bizdeki uzunluğu veya kısalığı.
Sıcaklığın bir ölçüm değeri var bir de hissedileni,
Zamanın da bir ölçülen değeri var bir de hissedileni.
Bizim algılamamız hissedilen kısmı ise saatin ölçtüğü, takvimin saydığı zaman ne kadar önemlidir.
Bu yaşam süresinden ne anladığımıza bağlıdır. Yaşamayı, doğmak, yaşamak ve ölmek şeklinde tarif edersek kelebekler yirmi dört saat bazı türleri daha da az bir süre yaşarlar. Kırlarda ve bahçelerde uçuşarak ince, zarif ve güzel renklerle bezenmiş kanatlarıyla yapraklara konan, bizim kelebek olarak tanıdığımız hali, ömrünün ölümüne yakın son aşamasıdır. Bu şekli ile yaşadığı hayat gerçekten çok kısadır. Konumuza bir parantez açarak birkaç bilgi paylaşalım yaşamın içindeki kısa hissedilecek bir zaman diliminde;
Kelebek olarak yetişkin iken çok kısa bir süre yaşarlar. Bu yüzden bir kısım kelebeklerde beslenme için ağız ve hortum bile bulunmaz. Yaşamlarının bu kısa parçasını beslenmekten çok eşlerini aramak, çiftleşmek ve yumurtlamak, kısaca yeni kuşakları oluşturabilmek için harcarlar.
Yeryüzünde yaşayan kelebek çeşitlerinin sayısının 18 sıfırlı bir sayı ile ifade edilebileceği sanılmaktadır. Yani her insana bir milyon kelebek düşmektedir. Bir başka deyişle ortalama ağırlığı 70 kilogram olan bir insana yeryüzünde 850 kilogram kelebek düşer.
Kelebeğin tüm ömrü değil de ömrünün son safhası gerçekten kısadır. Aslında onun için süre önemli değildir. Ömrünün bu en güzel aşamasında düşündüğü tek şey vardır, neslinin devamı. Sürüngen bir tırtıl olmaktan kurtulup, havada özgürce dolaştığı bu kısa sürede amacı uğruna çoğunlukla beslenmez bile.
Tekrar dönersek konumuza ve yaşamımızın uzunluğu ile kısalığı konusundaki paradoksumuza;
Hem uzun yaşamak hem de dolu dolu yaşamak seçeneği yok mudur bu dünyada bilmiyorum. Hem uzun hem de dolu dolu yaşayanlar bunun farkına öleceklerinde fark ettikleri için belki paylaşamıyorlar bizlerle.
Dolu dolu yaşamak o da belki yaşamın sonunda tamamının sorgulanması esnasında çıktığı için de benim çok etkilendiğim bir şey değil. Bir ressamın sefalet içinde öldükten sonra ünlü olması gibi bir his uyandırıyor bende. Dolu doluluk ölümden sonra insanların sizin için düşüncelerini gibi geliyor bana, hissedemiyorsunuz ama değerlendirmeyi sonda yapınca böyle bir sonuç çıkıyor ortaya.
Dolu dolu yaşamak yerine bugünü yaşamak,
Bu günü yaşarken keyifli olmanın yolunu bulmak,
Keyfini çıkarttığın anın lezzetini duymak,
Kendini bir sonraki anın mutluluğuna hazırlamak.
İzafi olan bu uzun ve kısalığın içini doldurdukça zaten kısalmıyor mu hissedilen yaşam.
Usta şair Can Yücel ne demiş yaşam için.
Yaşam üç gündür,
Dün geldi geçti,
Yarın meçhuldür,
O zaman yaşam bir gündür
O da bugündür.
Yani kelebekler gibi!
Bu günü yaşamak ve fark etmek yaşadığınız,
Ne kadar yaşadığınızın ölçümü değil ne kadar hissettiğiniz.
Yaşamın kendisini bunlarla doldurmak, sonuna kadar bunları yaşayıp çevrene yaşatmak değimlidir yaşamın anlamı.
Bunları konuşurken uzunluk ne kadar sanal bir boşluk halini alıyor.
Mumya gibi zamana direnmek ve fark etmemek yerine,
Kelebek gibi günün her saniyesini ömür gibi yaşayarak günün sonunda ölmek mutlu bir şekilde.
Yarını düşünerek bugünü kaybetmek hiç yaşayamamak gibi gelmiyor mu siz de?
“Cak” ve “cek” ler ile kurduğunuz cümlelere “yorum” diyebilmeye başlamak belki ilk adım.
Uzunluğun tasası yerine o an hala yaşıyor olmanın sevicini fark edebilmek belki ilk adım.
Yarının “Ne zaman başlayacak” telaşını bırakıp şimdinin “ne güzeli”ni fark etmek belki ilk adım.
Yaşadığınız her şeyin hissedileninin en kısa olduğu bir ömür geçirmeniz dileği ile.
Haftaya görüşmek üzere.
23.5.2010
0 yorum:
Yorum Gönder