Hıncınız kaç kilo!

Yaşamımız içinde pek çok şey öğreniriz,
Biriktirdiklerimiz vardır iz bıraktığı için,
Unuttuklarımız vardır değmediği için.
Nelerin biriktirileceğini, nelerin unutulacağını yaşamın içinde öğreniriz aslında.
Her şeyi öğrendiğimizde ise ölüme hazırız demektir.
Öyleyse sonsuzu istemek için öğrenme güdülerimizin tıkalı olmamasına çalışalım.
İki bedevi çölde yürürken tartışırlar ve arkadaşı ona hiç duymak istemediği cümleleri söyler ve çok kırar diğerini. Kalbi kırılan bedevi kuma yazar arkadaşının yaptıklarını.
Mola verip istirahat etmek için durdukları bir yerde bir akrep yaklaşırken kalbi kırılan bedeviye, arkadaşı öldürür akrebi. Bunun farkına varan bedevi kalkar bu kez söylemek istediklerini bir taşın üzerine yazar.
Arkadaşı bu iki davranışın nedenini sorduğunda da şöyle der:
Dostlarınızın kötülüklerini bir kuma yazmalıyız ki ilk rüzgârda silinsin unutulup gitsin, kalmasın aklınızda. İyilikleri ise taşa yazın ki hiç unutulmasın, kalsın yarınlara.
Bizlerde yaşadığımız anların hangilerini silerek, hangilerini toplayarak devam edeceğimizi iyi seçmeliyiz.
Hafıza bizim, tercih bizim. Kinleri de toplayabilir karartırız içimizi, sevgileri de ayıklayabiliriz içinden yaşadıklarımızın.
Mevlana’nın çok beğendiğim dizeleriyle bu konuyu tamamlayalım ve bu dizelerin devamına söz koymak bana yakışmaz, şimdiden haftaya buluşalım diyorum.

“Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.


Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksuldan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...

0 yorum:

Blogger Template by Blogcrowds